13 Mart 2017 Pazartesi

BU DA DAHİL TÜM GENELLEMELER YANLIŞTIR!


 Ülke olarak son zamanlarda, desteklediğimiz, inandığımız değerleri, -bu değerler ne kadar insancıl bile olsa- militanca, holiganca desteklediğimiz gerçeği beni iyice rahatsız etmekte. Bu rahatsızlığımı da sizlerle sosyal medya aracılığıyla dile getirmek istedim. 


 Birazdan okuyacağınız tüm başlıkları elimden geldiğince objektif yazmaya çalıştım. Umarım bu eleştirilerimi, inanç ve ideolojinize bir nefret ve saldırı olarak görmezsiniz. Çünkü yazımda bahsi geçenler -LGBT hariç- genellikle karşı düşünceye karşı bir nefret beslemektedir.


 Yazıma, yazımı yazdığım tarihle orantılı olarak sosyal medya gündeminde fazlaca yer kaplayan ''FEMİNİZM'' ile başlayacağım.




Türkiye'de Feminizm;


Feminizm nedir?


 Feminizm, kadın haklarını tanıyarak bu hakların korunması amacıyla eşitsizliklerin ortadan kaldırılması için bir mücadeledir. Kadın hareketi doğrudan kadınları ilgilendiren ve dolaylı olarak kültürümüzü ilgilendiren konularda bilinç uyandırır.


 Feminizm Tanımında da bahsedildiği üzere bu bir mücadeledir. Lakin 18-25 yaş arası genç kadınlarımız 8 Mart haricinde ne eline bir broşür alır, ne bir konferansa katılır ne de bu mücadeleye nasıl destek olacağı konusunda bir çaba harcamadan sosyal medya üzerinden, -gerçekliğini araştırmamış- gördüğü fotoğrafları paylaşıp ve literatüre sallamak haricinde -bayan değil, kadın vb.- yaptığı pek bir şey görülmemektedir. 


 Yalnızca literatürde Feminizmi bildiği için, bu ideolojiyi ataerkil gördüğü bireylere -kadın veya erkek- sallama aracı olarak kullanır. Genel olarak aynı zamanda ''sözde'' insan hakları savunuculuğu da yapmasına karşın, ataerkil bireylere karşı bir nefret ve saldırganlık sergiler. Oysa ''sözde'' değil de gerçekten İH savunucusu ve Feminist olsa, karşısında ki bireye saygı çerçevesi içerisinde düşüncesini empoze edip mücadelesine bir yeni birey katabileceğinin farkına varabilir. 


 Son olarak kişisel olarak rahatsız olduğum bir cümleyi dile getireceğim.

''Kadın kadındır, çiçek babandır.'' 
1)Kişi, kadınlar çiçektir derken size hakaret amacı gütmediğini, kadınların dünyamızda olduğuna mutlu olduğumuzu anlatmak istediği aşikar bir durumken bu cümleye bile saldırır bu ''sözde'' feministler.
2)Yukarıda ki cümlede onu rahatsız eden çiçek kelimesini bu sefer erkeğe karşı bir hakaret olarak kullanıp seviyesini belli etmiş oluyor.
3) Madem çiçek sizi bu kadar rahatsız ediyor, alternatif bir cümle olarak ''Kadın kadındır, adam adamdır. , Kadın kadındır, çiçek çiçektir.'' gibi kelimelerle kimseye sataşmadan rahatsız olduğun durumu dile getirebilirsin. 


Türkiye'de Ülkücülük;


Ülkücülük nedir?


 Ülkücülük, Alparslan Türkeş ve Milliyetçi Hareket Partisi'nin siyasi çizgisini oluşturan Türk-İslam Ülküsü çerçevesinde politika üreten siyasi bir Türkçülük hareketidir. Bu siyasi hareketin nihai hedefi, tüm dünyanın insanlarının adilane bir şekilde yönetildiği küresel siyasal yapının sağlanması daha sonrasında ise İslam öğretilerinin insanlığa doğru kanallardan aktarılmasıdır.


 Tanım üzerinden çevremizde ki ülkücü kişi profillerini inceleyelim haydi. 


Türkçülük hareketidir diyor, Türk-İslam Ülküsü diyor, sakın Arap seviciliği yapmayın diyor yani. Devam edelim, nihai hedefinin insanların adilane yönetildiği yapıdan bahsediyor. Ne demek istemiyor söyleyeyim; solcu bu, dinsiz bu, komünist bu, gey, ibne, top, diye insanlara saldırma, lezbiyen bu, kesin orospu diye insanlara saldırma, turist geliyor hadi seks yapalım mantığıyla yaklaşma diyor. Gel gör ki sanki bu ülkücülük bunun tam tersini söylüyormuş gibi hareket ediyor bu ülkücüler. Bu ülkücüler adilane kelimesinin ne anlama geldiğini bilmiyor olacaklar ki, bir haksızlık olduğunda -tabi ki ülkücü birine karşı olan hariç- köşelerine çekilirler, sanki ortada bir haksızlık yokmuş gibi davranırlar. Ve bazıları da çıtayı aşarak ideolojik veya inançsal farklılıkları olan ve haksızlığa uğramış bireye hakaretler etme derecesine bile çıkarır. 


 Ülkücülük; Komünistler Rusya'ya demeden önce Milliyetçiliğin de Fransa'dan çıktığını unutmamaktır.

 Ülkücülük; hilal bıyık, tespih, kantinde özel köşe değildir. 
 Ülkücülük; Osmanlı sempatizanlığı değil, tüm Türk liderlere ve devletlere aynı saygıyı gösterebilmektir.
 Ülkücülük; Adam olmaktır. Becerebilene.


Türkiye'de Müslümanlık;


 Müslüman, İslam dinine mensup kimselere verilen isimdir. Ve Türkiye'de Müslümanlık, Türk Müslümanların her fırsatta dile getirdiği ''İslam hoşgörü dinidir'' sözü ile tam bir zıtlık içerisinde ilerlemektedir. İnsanları birleştiren bir din olma amacıyla yola çıkan bir dinin bu duruma gelmesinden büyük utanç duymalısınız. 


 Müslümanlık, Müslüman olmayana nefret etmek, içki içene nefret etmek, örtünmeyene nefret etmek, kadına nefret etmek, Ateiste nefret etmek, Hristiyan'a nefret etmek, Alman'a nefret etmek, Yunan'a nefret etmek için bir araç değildir. İnancın doğrultusunda İslam'ın şartlarını REKLAM VE GÖSTERİŞTEN UZAK yaşamanı gerektiren ve tamamı itibariyle içinde yaşadığın bir kimliktir.


 Müslümanlık, siyasi bir platform değildir. Siyasi görüşünü, Müslümanlığı kullanarak insanlara empoze etmek Müslümanlığa aykırı bir davranıştır. 


 Müslümanlık, hurafelere inanmak değildir. Kutsal saydığın, dininin gerekliliklerini ve tarihini yazan Kuran'ı Arapça okumak onu anlamanı sağlamaz. Sana Arapça okuma demiyorum. Arapça da oku. Ama insaf be kardeşim aç arada bir Türkçe de oku ki sana ne dediğini anla. Cahil olma. Çomar olma. Kendine alim diyen hacı diyen soytarılara inanacağına, iman ettiğin Allah'ın kitabına inan.



Türkiye'de Solculuk;


 Ülkemizde solculuğun geldiği durum da içler acısı bir hal içerisindedir. Sol görüşlü bireyler, yukarıda belirttiğim Ülkücülere göre daha fazla haksızlık karşısında göğüs geren veya göğüs germeye mecbur bırakılmış kişilerdir. Bir yerde bir haksızlık olduğunda, haksızlığa uğrayandan daha fazla sahiplenip konuyu mücadele eden kişilerdir. Eee? Ne var bunda? Gayet de doğru olanı yapıyorlar neden eleştiriyorsun? diyecek olursan bu solcular riyakardır. 

 Ne riyakarlıkları var? diyecek olursanız eğer, ben nedense hiç şehit haberi paylaşan, şehide üzülen, şehit cenazesine veya şehit protestosuna katılan, zulüm gören Türkmenler için protestoya katılan, terör örgütü pkkyı lanetleyen solcu göremiyorum.
Bu mu sizin eşitlikçi, insancıl, sosyal ideolojiniz. 

 Hele bir de hdp denen partiyi sol görüşlü parti olarak gören hayasızlar var. Adamlar sol görüşü bırak koyu bir şekilde sağ görüşlü faşistlerdir. Kürt milliyetçiliği yapıp, devletin haklı olduğu konularda bile zıvanadan çıkacak şekilde, devletin güvenlik personeline ukalalık, artistlik yapan hakaret eden kişiler sol dediğiniz ideolojiyi kirletip sizlerin davanızı haksız kılacak durumlara düşürüyor. Kürt milliyetçiliği yapan şahıs ve kuruluşları sol ideolojinize karıştırmayı bırakın artık.

 Ve siz Cumhuriyet Halk Partililer, desteklediğiniz siyasi partinin lütfen parti tüzüğünü okuyun. Ben CHP'liyim deyip de CHP tüzüğü ile uzaktan yakından alakasız hareket etmeniz çok komik görünüyor. Cumhuriyet Halk Partisi'nin 6 ilkesinden ikisi Cumhuriyetçilik ve Milliyetçiliktir. Yani sosyalizm çığırtkanlığı yapacak bir CHP'li daha görmek istemiyorum artık. 


Türkiye'de Ateizm;

 Ateizm nedir?

 Ateizm, tüm tanrılara ve ruhsal varlıklara olan metafizik inançları ve dinleri reddeden; doğruluğuna inanılan gerçekliği inanç yoluyla açıklamayı kabul etmeyen bir felsefi düşünce akımıdır. Türkiye'de ki cahil insanların düşündüğü gibi şeytana falan tapmazlar yani. Hatta bunların satanist olduğunu söyleyen bazı akıl yoksunu gerizekalılar -affedersiniz- da var. Bu inanca sahip kişi Allah'a da Şeytana da inanmıyor ki Şeytana tapsın, kedi kessin.

 Ülkemizde ki ateist düşünce biçimini benimsemiş bireyleri eleştirmeme sebep, sosyal medya üzerinde avazları çıktığı kadar ''İslam hoşgörü dini diyorsunuz bize saygı göstermiyorsunuz. Düşüncemizi yok sayıyor küçümsüyor, bizlere fizikselliğe varan saldırılarda bulunuyorsunuz'' diye haksızlıklarınızı dile getiriyorsunuz. Oysa şöyle bir sosyal mecralarda ateizm sayfalarına girdiğinizde, İslama, Hristiyanlığa, Budizme ve tüm dinlere, hakaretlere varan paylaşımlarla, bu inançları benimseyen insanların değerlerini küçümseyen, alaya alan paylaşımları olduğunu görüyorsunuz. Aleni bir tahrik söz konusu. Evet tamam bir ateistin suç işlemeye olan yatkınlığı tüm inanan bireylerden çok çok daha az. Ama manevi saldırılarda da bulunmamaları gerektiği inancına sahibim. 

 İnanan bireyler ile ateizmi tartışmak gerçekten zor biliyorum. Lakin tartışmak zorunda değilsin. Anlattığınız şeyi anlamayacağını hissettiğiniz an tartışmayı sonlandırabilme becerisine sahipsin. Değilsen bu senin kendini geliştirememezliğin, beceriksizliğindir. Neden? Çünkü savunduğun felsefi bir ideoloji akımıdır. Ve bunu yaymak yada ideolojini anlatmak istiyorsan, kendini geliştirmeli, hitabını ve tartışmayı yönetme becerisine sahip olman gerekir.


Türkiye'de LGBT

 LGBT nedir?

 Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Transgender sözcüklerinin baş harfinden oluşan kısaltma. LGBT, bu kısaltmalarda bahsi geçen cinsel yönelimleri/tercihleri eleştiren, baskı altına alan, bu yönelime/tercihe sahip bireylerin haklarının hiçe sayılması, aşağılanması, şiddet görmesi ve öldürülmesi karşısında ses çıkartacak bir otorite olma amacı güden bir platformdur. 

 Son zamanlarda sosyal medyanın yaygınlaşmasından dolayı mı bu kadar çok gördüğümü yoksa tamamen ergen bireylerin özentiliğinden dolayı mı bilemediğim için bu yazıyı yazmaya karar verdim. En çok da tepkiyi sanırım bu başlık için alacağımı düşünüyorum. Çünkü gerçekten çevremde LGBT yönelimine sahip olduğunu bildiren gök kuşağı bayraklı sosyal medya hesapları patlama yaptı. Her köşe başında bir gök kuşağı görür oldum. Ve çok da hassas olan bir konu. 

 Peki gerçekten bu gök kuşaklı profiller bu LGBT yönelimine sahipler mi? 12-18 yaş arası için konuşuyorum şu an, ergenliğe henüz girmiş, girmemiş veya giriyor olan bu bireyler, eğitim sistemimizin eksikliğinden kaynaklı olarak cinsel eğitimini doğru bir şekilde alamayıp internetten edindiği ve doğruluğu, yanlışlığı tartışılacak bilgilerle doluyor. Yeterli bir cinsel temele sahip olamayan bu bireyler, gerek sosyal medya fenomenleri gerekse paylaştığı fotoğrafların sanatsallığından etkilenip takip ettiği kişilerden görüp öğrendiği bu LGBT yönelimi yalnızca özentiden kaynaklı mı oluşmaktadır?

 Elbette ki gerçekten LGBT bireylerin olduğunu biliyorum ve bu bireylerin aramızda, bizimle aynı dünya çatısı altında oldukları için çok mutluyum. Lakin dediğim gibi sayılarınız gerçekten de bu yönelime sahip kişileri mi, yoksa özentileri de kapsıyor mu merak ediyorum.

 Onur Yürüyüşü adı verilen, yılda bir kere LGBT bireylerinin bizler de varız ve bizlere saygı duymalısınız diyebildiği bu yürüyüşü gönülden desteklememe rağmen beni ve benimle aynı düşünceye sahip bir çok bireyi rahatsız eden görüntüler ortaya çıkmaktadır. Öpüşen iki erkek beni rahatsız etmez, öpüşen iki kadın beni rahatsız etmez, el ele tutuşan iki trans birey beni rahatsız etmez lakin yürüyüşün yapıldığı alan tüm dünya vatandaşlarına, her yaştan bireye açık bir alan, gerek küçük yaşta bir çocuk gerekse bir yetişkin, halka açık bir alanda yürüyüşe özel giydiğin -eylem alanında yada yakınında üst değiştirerek- aşırı çıplaklık içeren kostümlerini görmek zorunda değil. Herkesin kendi kişisel etiği, ahlakı vardır. Herkesin tek tek kişisel etiğine tabi ki uymalısın demiyorum lakin karşı tarafı da rahatsız edecek derecede cinsellik ögeleri barındıran kostüm -giysi- giymek zorunda değilsin. Kimseden senin cinsel yönelimini dış görünüşünden anlamasını beklemen çok saçmadır. (Hiç bir cümleyi 15 dakikadan az sürede yazamadım. Alnımdan ter damlaya damlaya yazıyorum. Bilin ki amacım sizi yadırgamak, yöneliminizi/tercihinizi aşağılamak değil) 

 Herkesin ütopyaları vardır. Belki de cinselliğinizi istediğimiz her yerde yaşarız diyor olabilirsiniz. Ama bunu bir heteroseksüel birey bile yapmıyorken neden bu konuda ısrarınız anlamış değilim. Bu cinselliği zevk odaklı, fantezi odaklı yapıyorsanız ayrı, ama partnerinize duygusal bir bağınız varsa aranızda ki cinsel birlikteliği bizim görmemize, bizim aramızda yaşamanıza, yada aleni bir şekilde yaşadığınızdan yaşam alanımızı işgale hakkınız var mıdır bir düşünün derim. 


 Yukarıda ki yazılan eleştirilerimde hiç bir ideolojiye, hiçbir inanca ve hiçbir yönelime/tercihe nefret ve saldırganlık duymadan, olabildiğimce objektif bir şekilde yaklaşmaya çalıştım. Umarım hiçbirinizi kırmamış, incitmemiş veya sinirlendirmemişimdir. 

 Her ne olursa olsun, şiddet ve nefret içermeyen tüm ideoloji, inanç ve tercihlere saygım vardır. Ve iyi ki de bu farklı görüşler var. Solmaya başlayan, süresini tamamlamaya yaklaşmış olan bu gezegenin üzerinde bir martı gibi özgürce, bir sevgilinin saf sevgisi gibi sevgiyle ve Barış Manço'nun hayal ettiği gibi barış içinde yaşamaya hakkımız olmakla birlikte, bu gezegende bizimle birlikte yaşayanlara saygı göstermek zorundayız.

Sevgi, saygı ve barış ile kalın. Hoşça kalın. 


                                                               Oğuzhan KAÇMAZ


                                    Soru ve görüşleriniz için iletişim: oguzhankacmaz@gmail.com
                                                                                             ogeshan@hotmail.com
                                                                           İnstagram:kisa_anadolu

24 Aralık 2016 Cumartesi

Sabah Ayazının İt Titreten Beş Buçuğu


Sabah Ayazının İt Titreten Beş Buçuğu

 Mesela buz gibi bir Eylül akşamında içimi ısıtabilirsin. Öyle süslü püslü aşk sözleri söylemene gerek de yok. Bir ''Nasılsın?'' dedin mi içim sımsıcak oluyor benim. 
Bir ''Nasılsın?'' diyemez misin?

 Paramparça kalbimi toplamana gerek yok. Özledim dediğinde kendiliğinden kırıklar kaynıyor yerlerine. 
Bir ''Özledim'' diyemez misin?

 Diyemezsin tabi. Şimdi başka şehirde başka bir adamın yanındayken bana seni özledim diyemezsin. Etik değil. Çünkü çok etik dünyanın en etik ülkesinde yaşıyoruz. Bana ''Seni özledim'' diyemezsin. 

 Ama ben seni özledim. Peki bu etik mi? S*kerim etiğini gel artık.. Hatırlıyor musun bu fotoğrafı? Gecenin 04:00'ünde tanımadığımız bir yabancıyla dolaşırken, yabancının ikram ettiği iç çekirdek yerken çekmiştik. Çekirdekleri kuşlar yedi, yabancıyı günler, bizi mesafeler yedi. Yedi de ne yedi. Bir bütün hafta. Kaç bütün hafta geçti? Kasım bitti. Ben bittim. Biz bittik. Kar yağmıyor sen gelmedikçe. Kardan adam yapar mıyız sabah ayazının it titreten beş buçuğunda, tren garında ya da tren yoluna nazır kimsesiz bir parkta? 

 Velhasılı kelam, zat-ı şahaneni özledim. Gel artık. Özlem iyice arsızlaştı.


23 Eylül 2016 Cuma

Çay Mühim, Oralet Şart Müzeyyen


İnce bir pamuk ipliğine bağlı hayatlarımız olduğunu düşünsek de,
çelik bir halatla bağlıyız yaşamaya.
Kopmak istiyoruz ama kopamıyoruz dünyadan.
En büyük acıyı bizler çekiyoruz.
İnsanlar yakınlarını kaybediyorlar seninki acı mı?
Evet seninki acı.
Sen o yakınını kaybeden insan değilsin.
Senin hayatında senin yaşadığın acının tarifi yok.
İçim yanıyor dersin.
Canım acıyor dersin.
Lügatında bu acıyı niteleyecek sıfatlar yok.
Sen hissedersin acıyı. 
Onlar konuşurlar.
Geçer derler.
Desinler.
Sen de ''Geçiyor. Yüreğimi delip geçiyor.'' der kalkarsın masadan.
Bir çay yada oralet söylersin.
Parasını da bardağın yanına iliştirirsin.
Çünkü çay mühim, oralet şart Müzeyyen..!

9 Ağustos 2016 Salı

Alamet i Farika

ALAMET I FARIKA

Çok sevdim.! Bu zamana kadar sevdiğim tüm kadınlardan farklı bir kadındı. Neden bilmiyorum ama hissettiklerim bu kadına karşı çok farklıydı. Uzun süre önce görmüştüm kadını. Adını bilmiyordum. Sadece uzaktan seviyordum. Daha sonra öğrendim ki yakın bir arkadaşım ile çıkmaya başlamışlar. Sustum. Yakınındayken aramızda okyanuslar vardı. Sonra tanıştık. Okul kapandı, kadının gitme vakti geldi. Otogara götürdüm kadını ve sevgilisini. Vedalaşırken bana sarıldı. Ama öyle sıradan sarılmaları, ruhsuz, samimiyetsiz tüm sarılmaları kastetmiyorum. Öyle sıkı ve içten sarıldı ki, tüm hücrelerime, iliklerime kadar hissettim kadını. Bu zamana kadar bana onun gibi ne annem, ne babam ne de bir başkası sarılmıştı.
Aradan uzun bir tatil geçti. Ve kadını ilk gördüğüm yerde gördüm. Yine o hücrelerime, iliklerime kadar hissettiren sarılışıyla aldı bedenimi kollarının arasına. Ertesi akşam beraber yemek yedik ve yürüyüş yaptık. Yakşalık 11 kilometre kadar yürüdük. Omzumda taşıdım, yüzünü avuçlarımın arasına aldım, elini tuttum ve öptüm. Dudaklarından kalbime inen bir ateşle sarsıldı bedenim. Sabaha kadar vakit geçirdik. Sarıldı, öptü, kokladı.
Kadının yanında kendimi öyle mutlu hissediyordum ki sanki zaman durmuş, insanlık yok olmuş gibi oluyordu. Beynim; ondan, onun dokunduğu şeylerden, ona ait olan şeylerden ve sesinin tınısından başka hiç bir şeyin varlığını kabul etmiyor ve algılamıyordu. Ama yanında değilken; dünyanın tüm acıları, kederleri, umutsuzlukları, çöküntüleri, ölmüş çocuklar, solmuş papatyaları siyanür gibi ciğerlerime, kalbime, mideme doluyordu.

Bir akşamüstü kadın oturdu karşıma ve konuştu. Sesi mitolojilerde en acı verici yaratıkların sesi gibi işliyordu bedenime, hücrelerime. Kadın acı konuştu. Ve ben acıyı hiç sevmediğimi söyleyemedim.
Kadın sevmiş. İmkansızı sevmiş. Olmayacak kişiye olmayacak umutlar bağlamış. Üzmüşler kadını. Konuşurken eli kalbinin üstünde duruyordu. Anlamıştım. Konuşmasa, anlatmasa da elinin orada duruşundan kadının acılarını görebiliyordum. Minik kalbinin her atışında ki elinin mikrosantimlik hareketinden görebiliyordum içinde kopan fırtınalarını. 
Ama konuştu. Konuşmasın isterdim ama konuştu. Her kelimesiyle vücuduma, kalbime, iliklerime kadar acı yerleşti. Bir adamı sevmiş zamanında. Ve benim tüm tavırlarımda o adamı görüyormuş. Sanki karşısında konuşurken, hareket ederken, ben yok oluyor ve o beliriyormuş. 
O an hayatımda hiç kalmadığım kadar çaresiz kaldım. Adamı tanımıyordum. Ve hangi davranışlarım, hangi ses tonum, hangi bakışım, hangi cümlem benziyor bilemiyordum. Çaresizce sevdiğim kadının karşısında, sevdiği adam oluyordum ve buna engel olamadığımdan tüm kemiklerim kırılıyor, yeniden kaynıyor ve yeniden kırılıyordu.
Ve devam etti. Bir başka evrende mutlaka karşılaşacağız ve o zaman seni sen olduğun için seveceğim dedi. O an onu da kendimi de öldüresim geldi. Bir silahım olsaydı onu da kendimi de oracıkta, tren yoluna bakan pencerenin önünde ki krem rengi koltuğu kana bulayarak öldüresim geldi.
Bir anlaşma yaptık. Başka bir evrende buluşana kadar arkadaş olacağız diye. Evet ben sana aşık bir arkadaş olacaktım ama yine de arkadaş olacaktık. İyi günümüzde de kötü günümüzde de yanımızda olacaktık birbirimizin.

   Aradan 2-3 gün geçti. Bu geçen süre zarfında birlikte çok uzun saatler geçirdik. Hatta bugün sabah kadar 13 saati birlikte geçirdik. Evim uzak ve son otobüs kalkalı saatler olduğu için, onda kalabileceğimi söyledi. Sevdiğim kadının evinde olabilecektim. Onu gören duvarlar, tablolar, koltukların arasında uyuyacak, dudaklarının arasına değmiş bardaklardan su içecektim. Sabah, kadının işleri olduğundan erkenden kalkıp eve gitmeliydim. 

Sabah güneşi; bir kaç saat içinde meydana gelecek, cehennemi dünyaya taşıyacak ateşin sıcaklığını peşin peşin vurmaya başladığında kan ter içinde uyandım. Bir sigara içtim. Göğsümde anlamlandıramadığım bir ağırlık vardı. Sigaramı söndürdükten sonra sessizce kadının odasına gittim. Saatin kaç olduğu hakkında bir fikrim yoktu. Kadın korkuyla sıçradı. Biraz önce dışarıdan gelen sesin üzerine benim odaya girmem kadını korkutmuş öyle dedi.
Saatin daha erken olduğunu biraz daha uyumamız gerektiğini söyleyip yattı. Odadan çıktım, mutfağa geçip bir sigara daha yaktım. Ama çektiğim her nefeste ciğerlerime derin okyanuslar doluyor nefes almamı güçleştiriyordu. Sigaramı içtikten sonra yatıp uykuma devam ettim. Ve kadının sırça ses tonuyla uyandığımda göğsümde ki tüm ağırlık aniden yok oldu.
Uyanmam gerektiğini, bir arkadaşının işe geçerken uğrayacağını ve sebebini bilmediğini söyledi. Bir sigara daha yaktığım sırada kadının telefonu çaldı ve kapıya bakmak için aşağıya indi. Sigaramın büyük bölümünü içmiştim ki kapı açıldı. Kadının parmakları tanımadığım bir adamın parmaklarına dolanmış vaziyette mutfağa girdiler. 
Her kelimesi hayatımdan 10 sene götürdüğü 4 kelimelik bir cümleyle hayatımın anasını sikti. ‘’Erkek arkadaşım sürpriz yapmış.’’ 
Hiç bozmadan o kadar güzel oynadım ki rolümü, Ferhan Özpetek görse ayakta alkışlardı. İçimde bir darbenin en aşifte anları yaşanırken, hiç acısı olmayan bir insan edasıyla konuşuyordum kadının ‘’erkek arkadaşıyla’’.
Ve evden çıktım. Eve gidene kadar kalbimin artık olmadığını, taşa dönmüş olduğunu veya o kadar çok parçalanmadan sonra bir zerresinin bile yerinde olmadığını düşünüyordum. Öyle acımıştı ki canım, öyle erimişti ki yüreğim…
Kabuslarla paramparça 2 saatlik uykudan sonra evden çıktım. Gittim kafeye oturdum. Bir şeyler okuyayım derken kadını adamla elele gördüm. Artık bir kalbimin olmadığında canım acımaz derken, o olmayan kalbimin boşluğuna doldu acı. Teşekkürler kadın. İnsan kalbi olmasa da damarlarına acı pompalanarak da yaşarmış bunu anladım.

                                                               Kırmızı Kısa Anadolu
                                                                     07.08.2016 Pazar Saat:20:35

12 Mayıs 2016 Perşembe

ŞEHİRDEN KÖYE GÖÇ

Şehirden Köye Göç


Ofis işinden, patronundan, iş arkadaşlarından bıkanlar,
İnsan ilişkilerinden, şehirden, kafelerden, trafikten bunalmışlar,
''Bırakalım buraları, gidelim köyde domates, salatalık yetiştirelim abi ya'' diyenler,
Başkaları için değil kendisi için çalışmak isteyenler bu çağrım sizlere...

İstanbul Üniversitesi Biyomedikal Cihaz Teknolojisi son sınıf öğrencisi olan ben, şehir hayatından ve insan ilişkilerinden bunalıma girme düzeyine geldiğim bir anda, üyesi olduğum Coachrail'de paylaştığım bir gönderide gördüğüm ilgi ve destek neticesinde şehirden köye göç konusunda kafa patlatmaya başladım. 

Araştırmalarım sırasında birkaç seçenek buldum.
Bunlardan biri Ekolojik-İmece köyleri. Şehir hayatından sıkılmış ben gibi bir çok insanın, mesleğini, işini, arkadaşlarını ve ailesini bırakıp köyde komün bir yaşam, paranın geçmediği, herkesin iş bölümüyle başkaları için değil, kendileri için çalıştığı bu köy seçeneğini keşfettiğimde ''Tamam işte. Aradığımı buldum.'' dedim. 

Ama daha sonra internette dolaşırken bir başka seçenek aklıma geldi ve biraz araştırma neticesinde bir köy daha buldum. Bu köy diğer köylerden biraz farklı. Terk edilmiş köy. Evet bu köyde yalnızca 10 kişi yaşıyor. Eski bir Türkmen köyü olan Çamyayla köyü İzmir'in Ödemiş ilçesine bağlı. Köyde ki evlerin hemen hemen hepsi harabe durumunda. Lakin düzenli bir çalışma neticesinde bunlardan bir tanesini yaşanacak bir ev haline getirebileceğimi düşünüyorum. 

Ama bu maceraya, bu yaşayış biçimini seçmeden önce bana bir dost gerekiyor. 
Eğer sen de şehir hayatından bunaldığını ve gerçekten bir köy hayatına adapte olacağını düşünüyorsan bu çağrıma kulak ver. 

Sakın ama sakın bu yaşantıyı bir tatilmiş gibi düşünme! Köyde yan gelip yatılacak vakit yok. Öncelikli amacımız içerisinde yaşayabileceğimiz harabenin birini yaşanacak hale getirmek olacak. Ve emeklerimizin karşılığını aldıktan sonra da durmak yok. Ekilecek ürünler, beslenecek hayvanlar olacak. Her şey yoluna girip bir düzen oluştuğunda da işlerin azalacağını söyleyemem sana. Çünkü bu terk edilmiş köyde yaşayan insanların genç ve güçlü kolların yardımına ihtiyaçları olacağını unutma! 
Bu bir tatil değil. Ve beni yarı yolda bırakacak birine hiç ama hiç ihtiyacım yok. 

İletişim: oguzhankacmaz94@gmail.com

5 Mayıs 2016 Perşembe

AYVALIK KAMPI


Ayvalık Kampı



         Merhaba dostlar. Bu yazım Ayvalık'da yaptığım kamp anılarım ve yol maceralarım üzerinedir. 
Keyifli okumalar diliyorum.


Ayvalık'da kamp yapmadan tam bir hafta önce Muğla'da kamptaydım. Muğla'nın o doğasının ardından Balıkesir'e gelip de şehir hayatının içine girince kendimi tutamadım ve Ayvalık'a kampa gitmeye karar verdim.

İlk olarak gittiğim yabancı dil kursunda ki sınıf arkadaşlarıma teklif ettim. Ama sanırım macera ruhları olmadığından hiç sıcak bakmadılar bu fikre. Daha sonra bir kaç arkadaşıma sordum onlardan da olumlu bir cevap alamayınca Interrail Türkiye Otostop ve Camprail guruplarına Ayvalık kampına gideceğimi ve kendime arkadaş aradığımı yazdım. 

Ve yine Balıkesir'den tanıdığım ama çok da samimi olmadığım Canan A.'dan mesaj geldi ve bana katılmak istediğini söyledi. Memnuniyetle kabul ettikten sonra biraz detayları görüştük.

Bu arada Camprail gurubunda dolaşırken Deniz A.'nın ve iki arkadaşının Ayvalık'a kampa gideceklerine ve arkadaş aradıklarına dair bir gönderi gördüm. İrtibat kurduk ve tanıştık. Ayvalık, Cunda'da buluşmak üzere anlaştık.


30 Nisan Cumartesi gününün sabahı, Canan ile birlikte, Balıkesir-Edremit yolu üzerinde otostopa başladık.


Yaklaşık 15 dakika kadar bekledikten sonra, bir kargo firmasının kamyoneti durdu. Edremit'e gittiğini söyleyince hemen bindik. Yol boyunca hoş ve güzel sohbetine tanık olduğumuz Murat abi ile Edremit-Ayvalık yol ayrımında ayrıldık.

250 metre kadar yürüdükten sonra Ayvalık yoluna çıktık ve otostopa başladık.
Biraz sonra iki bisikletli geldi ve sayfadan olduklarını öğrenince ayaküstü biraz lafladık. Vedalaştıktan sonra biz otostopa devam ettik onlar ise tekrardan Ayvalık yönüne pedal çevirmeye başladılar. 

5 dakika kadar bekledikten sonra yaşlı bir çift durdu ve bizi aldı. 
Bülent amcamız edebiyat öğretmeniymiş. Biraz muhabbet ettikten sonra babam ile aynı okulda bir süre görev yaptıklarını öğrendim. Ve eğitim hayatımda en değer verdiğim, bana İngilizceyi sevdiren, hayat tecrübelerini bir dost gibi aktaran değerli öğretmenim Mustafa Çam'ı ve babasını tanıdığını da öğrenince muhabbetimiz iyice koyulaştı.

Bizi Ayvalık'a kadar getirdiler ve sahilde kardeşinin işlettiği kafede çay ısmarladılar. Şans ve bol para getirmesi için bana ve arkadaşıma 1 kuruş verdi :). Çaylarımızı içtikten sonra izinlerini isteyip kalktık.

İlk durağımız Saatli Cami oldu.



Kesin bir kayıt olmamakla birlikte bu cami, 1850 dolaylarında Agai Ianni Kilisesi olarak inşa edilmiş.
Caminin imamından izin isteyip içeriye girdik. Hiç bir ikon olmamasına rağmen, iç mimarisinden de anlaşıldığı üzere daha eskiden kilise olarak kullanıldığı göze çarpıyordu.



Tam çıkmak üzereyken ezan okunmaya başladı ve caminin içerisinde ki akustiğin beni derinden etkilediğini söylemek isterim.

İkinci durağımız, Saatli Cami'nin biraz ilerisinde bulunan Taksiyarhis Kilisesiydi. 
Bahçesine girdiğim anda kendimi bir zaman tünelinde hissettim. Çünkü mimarisi ve avlusunda ki yer döşemeleri beni alıp çok çok eski zamanlara götürdü. Bir müddet orada öylece durup avluyu ve binayı izledim. 


Daha sonra gişeden 5 TL karşılığında bilet alıp içeriye girdik. 
İçeride bizi bambaşka bir mimari karşıladı. Açıkçası böylesi bir fark beklemiyordum. Gerçekten hayranlıkla, ağzım açık inceledim her ayrıntıyı.


Kiliseden çıktıktan sonra tarihi Ayvalık evlerinin aralarından dolaşa dolaşa meydana indik tekrar ve otostop çekmeye başladık. 
Daha yeni başlamışken bir abi durdu ve Cunda yoluna kadar götürebileceğini söyledi.
Biz de kabul ettik ve bindik. 
Kısa yol için kısa bir sohbet esnasında, önceki gün baba olduğunu öğrendik. Gerçekten heyecanı yüzünden okunuyordu. :) Bizi Cunda ayrımında bıraktı.

Oradan otostopa devam ettik. Çok geçmeden baba-oğul durdu ve bizi Cunda'da bulunan Sevim ve Necdet Kent Kitaplığına kadar götürdüler.


Aşıklar Tepesi diye de geçen bu yerde biraz dinlenip manzaranın tadını çıkarttıktan sonra Cunda'da bulunan Taksiyarhis Kilisesine doğru yürümeye başladık. 
5 dakika yürüdükten sonra kiliseye ulaştık.

Tek kubbeli, bazilika tipinde, dikdörtgen planlı yapı, Neo Klasik mimariye sahip. Ve Koç ailesi tarafından restorasyon edilip oyuncak müzesi olarak kullanıma sunulmuştur. Yine 5 TL ücret ödeyerek içeriye girebilirsiniz. Ücretli imiş deyip de girmemezlik yapmayın derim.

Fotoğraf Aşıklar Tepesi mevkinden çekilmiştir.



Kiliseden çıktıktan sonra bir şeyler yemek için Cunda sahiline geçtik. Yemeğimizi yedikten sonra, gurupta haberleştiğimiz Deniz ile irtibata geçip buluştuk. Kamp için yiyecek ve içecek alışverişi yaptıktan sonra, kamp kuracağımız yere doğru yürümeye başladık. Sezon henüz açık olmadığı için, ve gittiğimiz yer sadece yazlık sitelerin bulunduğu yer olduğundan hiç araç geçmiyordu. Bu yüzden otostop düşüncemiz hayal oldu ve sıcakta yürümenin biraz eziyetini çektik. Cunda sahilinden Çatalkaya mevkine kadar yürüdük. Ama kamp kurabileceğimiz bir ağaç atlı gölgelik yer bulamadık.

Geldiğimiz yöne doğru, sitelerin olduğu bir bölgede ağaçlık bir alan görünüyordu. Biz de geri dönüp oraya bakmaya karar verdik. Vardığımızda gerçekten tam kamp kurulacak bir alanla karşılaştık. Hiç zaman kaybetmeden çadırlarımızı kurduk ve biraz dinlendik. Daha sonra ateş yakıp akşam yemeklerimizi yedikten sonra kırmızı şarap eşliğinde eğlenceli bir muhabbete başladık. 
Yol yorgunu olduğumuz için saat 02:00 gibi yatıp uyuduk.
Gece boyunca şiddetli rüzgar vardı ama sıkı giyindiğimiz ve üstümüze de battaniye aldığımız için üşümedik. Hatta bir ara terlediğimi söylemeliyim.

Sabah kalktık ve bakkaldan ekmek, yumurta, sosis, domates vs alıp geldik. Sosislerin bir kısmını ateşte kızarttık, kalanlarla da sosisli yumurta yaptık. Ve çayımızı demledik demeyi çok isterdim ama poşet çayımız vardı :D




Kahvaltının ardından, Çatalkaya'ya kadar yürüyüp tırmanmaya karar verdik ama Burak bize katılmak istemedi. Balıkesir'den birlikte geldiğimiz arkadaşım Canan'ın geri dönmesi gerektiği için onu minibüse kadar götürdük. Vedalaştıktan sonra Deniz ve Kadir ile birlikte Çatalkaya'ya doğru tırmanmaya başladık. Tepeye ulaştığımızda ise tüm Cunda ayaklarımızın altındaydı.




Kayanın üstünde yaklaşık yarım saat geçirdikten ve manzaranın keyfini çıkarttıktan sonra kamp alanına doğru geri yola çıktık. 

Sitelerin arasında ki yollardan geçerken bahçede bir abi denk geldi ve kendisine; ileride kamp yaptığımızı ve yemeğimizin bitmek üzere olduğunu, eğer fazla patatesi varsa verip veremeyeceğini sormamız üzerine gayet samimi bir şekilde bize beklememizi söyledi ve içeriye girdi. Geri geldiğinde elinde koca bir poşet, poşette; portakal, domates, soğan, salatalık, pazı, kırmızı biber vardı. (Patatesi unutmuş olmalı) Kendisine çok teşekkür edip kamp alanına döndük.

Akşamüstü atıştırması olarak 2 paket makarneks yedikten sonra, kart oyunu olan Pis Yedili oynamaya başladık. Baya keyifli oyunun sonunda kurt kadar acıkmış bulduk kendimizi. Akşam yemeği yapmak üzere iş planlaması yaptık. Odun toplandı, sebzeler yıkanıp doğrandı, su kaynatıldı ve kirli bulaşıklar yıkandıktan sonra yemek yapma faslına geçildi. 

Akşam yemeği olarak; Soslu makarna ve kısır yapacaktık.
Makarna sosunu; Kırmızı biber, domates, tuzot, soğan ve kırmızı şarap ile hazırladık.
Kamp ateşinde pişen soslu makarnanın ne kadar lezzetli olduğunu anlatamam sizlere.
Güzelce karnımızı doyurduktan sonra gece saat 03:00'a kadar ateş başında güzel muhabbetler ettik ve uyuduk. 

Sabah kalktığımızda rüzgarsız ve sıcak bir güne uyandık. Sabah kahvaltısı olarak önceki günden kalan malzemelerden sosisli yumurta yapacaktık ki, gece kedilerin sosisleri çaldığını fark ettik :D
Büyük bir hüsranla menemen yapmaya karar verdik.
Bu arada Kadir'in doğum günü olduğunu öğrendik. Kendisine Cunda'da ufak bir sürpriz yapmayı da ihmal etmedik :)


Güzel ve keyifli bir kahvaltının ardından, çantalarımızı, çadırlarımızı ve çöplerimizi toparlayıp dönüş yolu için Cunda merkeze döndük. 

Tarihi Taş Kahve'de çay içerken, Deniz bakkaldan aldığı ıslak kekin üzerine kibrit dikip getirdi ve Kadir'in doğum gününü kutladık :) Hediye olarak da Kinder Sürpriz almış. Bir küçük yumurta ve ıslak kek ile mutluluğun, paha biçilemez değeri gülüşlerden belli oluyor.


Gezgin usulü ufak bir kutlamanın ardından, ben Balıkesir istikametine, Deniz ve Burak da İzmir istikametine gitmek üzere otostopa başladık. 2 farklı kamyonet kasasında Ayvalık'ın çıkışına kadar geldik. Ve artık yollarımızın ayrılma vakti gelmişti. Vedalaşıp aynı yolun farklı şeritlerinde otostopa başladık. 

İlk binen ben oldum. Ve Edremit'e kadar Cem abi ile birlikte yol aldım. Kendisi de zamanında kamp yapmayı çok seven, ama şimdi işten güçten vakit bulamadığından yakınan bir abimizdi.
Edremit-Balıkesir yol ayrımında vedalaştıktan sonra 2 km kadar yürüdüm. Çünkü karadut suyu 2 km yazıyordu :D Biraz hoş muhabbet ile kendime bir bardak karadut suyu ısmarlattıktan sonra otostopa başladım.

Yaklaşık olarak 20 dakika kadar sonra bir traktör durdu. ''Havran'a gidiyorum. Oraya kadar götürebilirim?'' dedi. Bulunduğum yerden Havran 3 km olmasına rağmen iyi niyetinden ve yardımseverliğinden kabul ettim ve atladım traktörün üstüne :)


Tabi kasası olmadığı için tekerleğin üstünde gittim. Ve ilk traktör maceram 3 km sürdü :)

Teşekkür edip indim ve tekrar otostopa başladım. Bu arada hava da kapanmış yağmur çiselemeye başladığı sırada, Balıkesir'de yaşayan ama ilaç mümessili olduğu için çevre ilçelere sık sık gidip gelen Ümit abi durdu ve beni aldı. Kendisinin de tam bir doğa hayranı olduğunu, çocukluk hayalinin Baba Dağ'dan paraşütle atlamak olduğunu ve bu hayalini daha yeni gerçekleştirebildiğini, özgür ruhlu ve dolaşmayı seven biri olduğundan bahsederek yolu yarıladık geri kalan yarısında da Ayvalık kampıyla ilgili anılarımı anlatarak geçirdik. Balıkesir'e girdikten sonra beni çevre yolu girişinde indirdikten sonra yoluna devam etti.
Ben ise bir sürü güzel insan tanımanın, doğada bir kaç gece geçirmenin, ve güzel anıların eşliğinde evimin yolunu tuttum.

Ayvalık Kampı da bu şekilde sona erdi değerli dostlar. Sabırla yazımı okuduğunuz için teşekkür ediyor bir sonraki gezi planlarım için önerilerinizi bekliyorum. 

Esenlikle kalın.

                                                                
                                                           Yol açık, yola çık.!

4 Mayıs 2016 Çarşamba

YAZ SONUYDU GİDİŞİN

Yaz Sonuydu Gidişin


Bağlıydım oysa ki ben sana..
Görünmez damarlarla..
Tam toplar damarımın ucundan çıkan bir damarla.
Kalbimden kalbine giden, canıma can katan, kanının kanıma karıştığı görünmez bir damarla bağlıydım oysa ki ben sana.

Sonra..
Sonra gittin!
Yaz sonuydu gidişin.
Havalar; daha henüz soğumamış, sokaklarda oynayan çocuklar henüz annelerinin ördüğü yün yelekleri giymemişti.
Genç kızlar, yarı çıplak, bacaklarının arasından geçen ve belini örten pikeleriyle uyuyorlardı hala.
Anneler daha çocuklarının üstünü örtmek için uyanmaya ihtiyaç duymayacak kadar sıcaktı havalar.

Yaz sonuydu gidişin.
Önce serin bir rüzgar kamçıladı bedenimi.
Kanım çekildi.
Ellerim..
Ellerim üşüdü.
Gözlerin gibi masmavi olan gökyüzü karardı.
Sapsarı sırça saçların gibi parıldayan güneşin önüne geçti o kapkara bulutlar.

Ve gidişin koskoca baharı silip attı takvimden.
Kışı getirdi.
Hem de ansızın getirdi.
...otoyolların arasında kalmış, yavruları için bir parça yiyecek bulma ümidiyle yuvasından ayrılan bir tavşanın, kamyon farının ilahsal ışığıyla kala kalması gibi yakalandım kışa.

21 damla gözyaşı saydım.
Dinine imanına sövüp saydım.
21 damla yaş, 21 farklı sakalın ucunda birikti.
21 damla damladı yere.
Hepsi birleşti yerde, 21 farklı delik açtı göğsümde.

Yaz sonuydu gidişin.
Anımsıyorum..
21.08.1986 Cumartesi günüydü.
Mezar taşıma, kıpkırmızı, haykıran rakamlarla; 21.08.1986 yazmışlar.
Oysa ki koskoca baharı silip atmıştı gidişin.
Kış gelmişti.

Herhalde yanlışlık olacak.
Gittiğin gün ölmedim ben.
Onca kış geçirdim.
Üşüdüm..
Titredim..
Kurusun diye ipe asılan biberler gibi sallandım.

Herhalde yanlışlık olacak.

21 kış geçirdim boynumla tavan arasında gergin duran ipte.
Gönderilmemiş mektuplar yazdım.
8inci ayın 21'ine kadar yazdım.
21'inde de yazdım..
Ama yaz sonuydu gidişin.

Ve ben yazdım..