12 Mayıs 2016 Perşembe

ŞEHİRDEN KÖYE GÖÇ

Şehirden Köye Göç


Ofis işinden, patronundan, iş arkadaşlarından bıkanlar,
İnsan ilişkilerinden, şehirden, kafelerden, trafikten bunalmışlar,
''Bırakalım buraları, gidelim köyde domates, salatalık yetiştirelim abi ya'' diyenler,
Başkaları için değil kendisi için çalışmak isteyenler bu çağrım sizlere...

İstanbul Üniversitesi Biyomedikal Cihaz Teknolojisi son sınıf öğrencisi olan ben, şehir hayatından ve insan ilişkilerinden bunalıma girme düzeyine geldiğim bir anda, üyesi olduğum Coachrail'de paylaştığım bir gönderide gördüğüm ilgi ve destek neticesinde şehirden köye göç konusunda kafa patlatmaya başladım. 

Araştırmalarım sırasında birkaç seçenek buldum.
Bunlardan biri Ekolojik-İmece köyleri. Şehir hayatından sıkılmış ben gibi bir çok insanın, mesleğini, işini, arkadaşlarını ve ailesini bırakıp köyde komün bir yaşam, paranın geçmediği, herkesin iş bölümüyle başkaları için değil, kendileri için çalıştığı bu köy seçeneğini keşfettiğimde ''Tamam işte. Aradığımı buldum.'' dedim. 

Ama daha sonra internette dolaşırken bir başka seçenek aklıma geldi ve biraz araştırma neticesinde bir köy daha buldum. Bu köy diğer köylerden biraz farklı. Terk edilmiş köy. Evet bu köyde yalnızca 10 kişi yaşıyor. Eski bir Türkmen köyü olan Çamyayla köyü İzmir'in Ödemiş ilçesine bağlı. Köyde ki evlerin hemen hemen hepsi harabe durumunda. Lakin düzenli bir çalışma neticesinde bunlardan bir tanesini yaşanacak bir ev haline getirebileceğimi düşünüyorum. 

Ama bu maceraya, bu yaşayış biçimini seçmeden önce bana bir dost gerekiyor. 
Eğer sen de şehir hayatından bunaldığını ve gerçekten bir köy hayatına adapte olacağını düşünüyorsan bu çağrıma kulak ver. 

Sakın ama sakın bu yaşantıyı bir tatilmiş gibi düşünme! Köyde yan gelip yatılacak vakit yok. Öncelikli amacımız içerisinde yaşayabileceğimiz harabenin birini yaşanacak hale getirmek olacak. Ve emeklerimizin karşılığını aldıktan sonra da durmak yok. Ekilecek ürünler, beslenecek hayvanlar olacak. Her şey yoluna girip bir düzen oluştuğunda da işlerin azalacağını söyleyemem sana. Çünkü bu terk edilmiş köyde yaşayan insanların genç ve güçlü kolların yardımına ihtiyaçları olacağını unutma! 
Bu bir tatil değil. Ve beni yarı yolda bırakacak birine hiç ama hiç ihtiyacım yok. 

İletişim: oguzhankacmaz94@gmail.com

5 Mayıs 2016 Perşembe

AYVALIK KAMPI


Ayvalık Kampı



         Merhaba dostlar. Bu yazım Ayvalık'da yaptığım kamp anılarım ve yol maceralarım üzerinedir. 
Keyifli okumalar diliyorum.


Ayvalık'da kamp yapmadan tam bir hafta önce Muğla'da kamptaydım. Muğla'nın o doğasının ardından Balıkesir'e gelip de şehir hayatının içine girince kendimi tutamadım ve Ayvalık'a kampa gitmeye karar verdim.

İlk olarak gittiğim yabancı dil kursunda ki sınıf arkadaşlarıma teklif ettim. Ama sanırım macera ruhları olmadığından hiç sıcak bakmadılar bu fikre. Daha sonra bir kaç arkadaşıma sordum onlardan da olumlu bir cevap alamayınca Interrail Türkiye Otostop ve Camprail guruplarına Ayvalık kampına gideceğimi ve kendime arkadaş aradığımı yazdım. 

Ve yine Balıkesir'den tanıdığım ama çok da samimi olmadığım Canan A.'dan mesaj geldi ve bana katılmak istediğini söyledi. Memnuniyetle kabul ettikten sonra biraz detayları görüştük.

Bu arada Camprail gurubunda dolaşırken Deniz A.'nın ve iki arkadaşının Ayvalık'a kampa gideceklerine ve arkadaş aradıklarına dair bir gönderi gördüm. İrtibat kurduk ve tanıştık. Ayvalık, Cunda'da buluşmak üzere anlaştık.


30 Nisan Cumartesi gününün sabahı, Canan ile birlikte, Balıkesir-Edremit yolu üzerinde otostopa başladık.


Yaklaşık 15 dakika kadar bekledikten sonra, bir kargo firmasının kamyoneti durdu. Edremit'e gittiğini söyleyince hemen bindik. Yol boyunca hoş ve güzel sohbetine tanık olduğumuz Murat abi ile Edremit-Ayvalık yol ayrımında ayrıldık.

250 metre kadar yürüdükten sonra Ayvalık yoluna çıktık ve otostopa başladık.
Biraz sonra iki bisikletli geldi ve sayfadan olduklarını öğrenince ayaküstü biraz lafladık. Vedalaştıktan sonra biz otostopa devam ettik onlar ise tekrardan Ayvalık yönüne pedal çevirmeye başladılar. 

5 dakika kadar bekledikten sonra yaşlı bir çift durdu ve bizi aldı. 
Bülent amcamız edebiyat öğretmeniymiş. Biraz muhabbet ettikten sonra babam ile aynı okulda bir süre görev yaptıklarını öğrendim. Ve eğitim hayatımda en değer verdiğim, bana İngilizceyi sevdiren, hayat tecrübelerini bir dost gibi aktaran değerli öğretmenim Mustafa Çam'ı ve babasını tanıdığını da öğrenince muhabbetimiz iyice koyulaştı.

Bizi Ayvalık'a kadar getirdiler ve sahilde kardeşinin işlettiği kafede çay ısmarladılar. Şans ve bol para getirmesi için bana ve arkadaşıma 1 kuruş verdi :). Çaylarımızı içtikten sonra izinlerini isteyip kalktık.

İlk durağımız Saatli Cami oldu.



Kesin bir kayıt olmamakla birlikte bu cami, 1850 dolaylarında Agai Ianni Kilisesi olarak inşa edilmiş.
Caminin imamından izin isteyip içeriye girdik. Hiç bir ikon olmamasına rağmen, iç mimarisinden de anlaşıldığı üzere daha eskiden kilise olarak kullanıldığı göze çarpıyordu.



Tam çıkmak üzereyken ezan okunmaya başladı ve caminin içerisinde ki akustiğin beni derinden etkilediğini söylemek isterim.

İkinci durağımız, Saatli Cami'nin biraz ilerisinde bulunan Taksiyarhis Kilisesiydi. 
Bahçesine girdiğim anda kendimi bir zaman tünelinde hissettim. Çünkü mimarisi ve avlusunda ki yer döşemeleri beni alıp çok çok eski zamanlara götürdü. Bir müddet orada öylece durup avluyu ve binayı izledim. 


Daha sonra gişeden 5 TL karşılığında bilet alıp içeriye girdik. 
İçeride bizi bambaşka bir mimari karşıladı. Açıkçası böylesi bir fark beklemiyordum. Gerçekten hayranlıkla, ağzım açık inceledim her ayrıntıyı.


Kiliseden çıktıktan sonra tarihi Ayvalık evlerinin aralarından dolaşa dolaşa meydana indik tekrar ve otostop çekmeye başladık. 
Daha yeni başlamışken bir abi durdu ve Cunda yoluna kadar götürebileceğini söyledi.
Biz de kabul ettik ve bindik. 
Kısa yol için kısa bir sohbet esnasında, önceki gün baba olduğunu öğrendik. Gerçekten heyecanı yüzünden okunuyordu. :) Bizi Cunda ayrımında bıraktı.

Oradan otostopa devam ettik. Çok geçmeden baba-oğul durdu ve bizi Cunda'da bulunan Sevim ve Necdet Kent Kitaplığına kadar götürdüler.


Aşıklar Tepesi diye de geçen bu yerde biraz dinlenip manzaranın tadını çıkarttıktan sonra Cunda'da bulunan Taksiyarhis Kilisesine doğru yürümeye başladık. 
5 dakika yürüdükten sonra kiliseye ulaştık.

Tek kubbeli, bazilika tipinde, dikdörtgen planlı yapı, Neo Klasik mimariye sahip. Ve Koç ailesi tarafından restorasyon edilip oyuncak müzesi olarak kullanıma sunulmuştur. Yine 5 TL ücret ödeyerek içeriye girebilirsiniz. Ücretli imiş deyip de girmemezlik yapmayın derim.

Fotoğraf Aşıklar Tepesi mevkinden çekilmiştir.



Kiliseden çıktıktan sonra bir şeyler yemek için Cunda sahiline geçtik. Yemeğimizi yedikten sonra, gurupta haberleştiğimiz Deniz ile irtibata geçip buluştuk. Kamp için yiyecek ve içecek alışverişi yaptıktan sonra, kamp kuracağımız yere doğru yürümeye başladık. Sezon henüz açık olmadığı için, ve gittiğimiz yer sadece yazlık sitelerin bulunduğu yer olduğundan hiç araç geçmiyordu. Bu yüzden otostop düşüncemiz hayal oldu ve sıcakta yürümenin biraz eziyetini çektik. Cunda sahilinden Çatalkaya mevkine kadar yürüdük. Ama kamp kurabileceğimiz bir ağaç atlı gölgelik yer bulamadık.

Geldiğimiz yöne doğru, sitelerin olduğu bir bölgede ağaçlık bir alan görünüyordu. Biz de geri dönüp oraya bakmaya karar verdik. Vardığımızda gerçekten tam kamp kurulacak bir alanla karşılaştık. Hiç zaman kaybetmeden çadırlarımızı kurduk ve biraz dinlendik. Daha sonra ateş yakıp akşam yemeklerimizi yedikten sonra kırmızı şarap eşliğinde eğlenceli bir muhabbete başladık. 
Yol yorgunu olduğumuz için saat 02:00 gibi yatıp uyuduk.
Gece boyunca şiddetli rüzgar vardı ama sıkı giyindiğimiz ve üstümüze de battaniye aldığımız için üşümedik. Hatta bir ara terlediğimi söylemeliyim.

Sabah kalktık ve bakkaldan ekmek, yumurta, sosis, domates vs alıp geldik. Sosislerin bir kısmını ateşte kızarttık, kalanlarla da sosisli yumurta yaptık. Ve çayımızı demledik demeyi çok isterdim ama poşet çayımız vardı :D




Kahvaltının ardından, Çatalkaya'ya kadar yürüyüp tırmanmaya karar verdik ama Burak bize katılmak istemedi. Balıkesir'den birlikte geldiğimiz arkadaşım Canan'ın geri dönmesi gerektiği için onu minibüse kadar götürdük. Vedalaştıktan sonra Deniz ve Kadir ile birlikte Çatalkaya'ya doğru tırmanmaya başladık. Tepeye ulaştığımızda ise tüm Cunda ayaklarımızın altındaydı.




Kayanın üstünde yaklaşık yarım saat geçirdikten ve manzaranın keyfini çıkarttıktan sonra kamp alanına doğru geri yola çıktık. 

Sitelerin arasında ki yollardan geçerken bahçede bir abi denk geldi ve kendisine; ileride kamp yaptığımızı ve yemeğimizin bitmek üzere olduğunu, eğer fazla patatesi varsa verip veremeyeceğini sormamız üzerine gayet samimi bir şekilde bize beklememizi söyledi ve içeriye girdi. Geri geldiğinde elinde koca bir poşet, poşette; portakal, domates, soğan, salatalık, pazı, kırmızı biber vardı. (Patatesi unutmuş olmalı) Kendisine çok teşekkür edip kamp alanına döndük.

Akşamüstü atıştırması olarak 2 paket makarneks yedikten sonra, kart oyunu olan Pis Yedili oynamaya başladık. Baya keyifli oyunun sonunda kurt kadar acıkmış bulduk kendimizi. Akşam yemeği yapmak üzere iş planlaması yaptık. Odun toplandı, sebzeler yıkanıp doğrandı, su kaynatıldı ve kirli bulaşıklar yıkandıktan sonra yemek yapma faslına geçildi. 

Akşam yemeği olarak; Soslu makarna ve kısır yapacaktık.
Makarna sosunu; Kırmızı biber, domates, tuzot, soğan ve kırmızı şarap ile hazırladık.
Kamp ateşinde pişen soslu makarnanın ne kadar lezzetli olduğunu anlatamam sizlere.
Güzelce karnımızı doyurduktan sonra gece saat 03:00'a kadar ateş başında güzel muhabbetler ettik ve uyuduk. 

Sabah kalktığımızda rüzgarsız ve sıcak bir güne uyandık. Sabah kahvaltısı olarak önceki günden kalan malzemelerden sosisli yumurta yapacaktık ki, gece kedilerin sosisleri çaldığını fark ettik :D
Büyük bir hüsranla menemen yapmaya karar verdik.
Bu arada Kadir'in doğum günü olduğunu öğrendik. Kendisine Cunda'da ufak bir sürpriz yapmayı da ihmal etmedik :)


Güzel ve keyifli bir kahvaltının ardından, çantalarımızı, çadırlarımızı ve çöplerimizi toparlayıp dönüş yolu için Cunda merkeze döndük. 

Tarihi Taş Kahve'de çay içerken, Deniz bakkaldan aldığı ıslak kekin üzerine kibrit dikip getirdi ve Kadir'in doğum gününü kutladık :) Hediye olarak da Kinder Sürpriz almış. Bir küçük yumurta ve ıslak kek ile mutluluğun, paha biçilemez değeri gülüşlerden belli oluyor.


Gezgin usulü ufak bir kutlamanın ardından, ben Balıkesir istikametine, Deniz ve Burak da İzmir istikametine gitmek üzere otostopa başladık. 2 farklı kamyonet kasasında Ayvalık'ın çıkışına kadar geldik. Ve artık yollarımızın ayrılma vakti gelmişti. Vedalaşıp aynı yolun farklı şeritlerinde otostopa başladık. 

İlk binen ben oldum. Ve Edremit'e kadar Cem abi ile birlikte yol aldım. Kendisi de zamanında kamp yapmayı çok seven, ama şimdi işten güçten vakit bulamadığından yakınan bir abimizdi.
Edremit-Balıkesir yol ayrımında vedalaştıktan sonra 2 km kadar yürüdüm. Çünkü karadut suyu 2 km yazıyordu :D Biraz hoş muhabbet ile kendime bir bardak karadut suyu ısmarlattıktan sonra otostopa başladım.

Yaklaşık olarak 20 dakika kadar sonra bir traktör durdu. ''Havran'a gidiyorum. Oraya kadar götürebilirim?'' dedi. Bulunduğum yerden Havran 3 km olmasına rağmen iyi niyetinden ve yardımseverliğinden kabul ettim ve atladım traktörün üstüne :)


Tabi kasası olmadığı için tekerleğin üstünde gittim. Ve ilk traktör maceram 3 km sürdü :)

Teşekkür edip indim ve tekrar otostopa başladım. Bu arada hava da kapanmış yağmur çiselemeye başladığı sırada, Balıkesir'de yaşayan ama ilaç mümessili olduğu için çevre ilçelere sık sık gidip gelen Ümit abi durdu ve beni aldı. Kendisinin de tam bir doğa hayranı olduğunu, çocukluk hayalinin Baba Dağ'dan paraşütle atlamak olduğunu ve bu hayalini daha yeni gerçekleştirebildiğini, özgür ruhlu ve dolaşmayı seven biri olduğundan bahsederek yolu yarıladık geri kalan yarısında da Ayvalık kampıyla ilgili anılarımı anlatarak geçirdik. Balıkesir'e girdikten sonra beni çevre yolu girişinde indirdikten sonra yoluna devam etti.
Ben ise bir sürü güzel insan tanımanın, doğada bir kaç gece geçirmenin, ve güzel anıların eşliğinde evimin yolunu tuttum.

Ayvalık Kampı da bu şekilde sona erdi değerli dostlar. Sabırla yazımı okuduğunuz için teşekkür ediyor bir sonraki gezi planlarım için önerilerinizi bekliyorum. 

Esenlikle kalın.

                                                                
                                                           Yol açık, yola çık.!

4 Mayıs 2016 Çarşamba

YAZ SONUYDU GİDİŞİN

Yaz Sonuydu Gidişin


Bağlıydım oysa ki ben sana..
Görünmez damarlarla..
Tam toplar damarımın ucundan çıkan bir damarla.
Kalbimden kalbine giden, canıma can katan, kanının kanıma karıştığı görünmez bir damarla bağlıydım oysa ki ben sana.

Sonra..
Sonra gittin!
Yaz sonuydu gidişin.
Havalar; daha henüz soğumamış, sokaklarda oynayan çocuklar henüz annelerinin ördüğü yün yelekleri giymemişti.
Genç kızlar, yarı çıplak, bacaklarının arasından geçen ve belini örten pikeleriyle uyuyorlardı hala.
Anneler daha çocuklarının üstünü örtmek için uyanmaya ihtiyaç duymayacak kadar sıcaktı havalar.

Yaz sonuydu gidişin.
Önce serin bir rüzgar kamçıladı bedenimi.
Kanım çekildi.
Ellerim..
Ellerim üşüdü.
Gözlerin gibi masmavi olan gökyüzü karardı.
Sapsarı sırça saçların gibi parıldayan güneşin önüne geçti o kapkara bulutlar.

Ve gidişin koskoca baharı silip attı takvimden.
Kışı getirdi.
Hem de ansızın getirdi.
...otoyolların arasında kalmış, yavruları için bir parça yiyecek bulma ümidiyle yuvasından ayrılan bir tavşanın, kamyon farının ilahsal ışığıyla kala kalması gibi yakalandım kışa.

21 damla gözyaşı saydım.
Dinine imanına sövüp saydım.
21 damla yaş, 21 farklı sakalın ucunda birikti.
21 damla damladı yere.
Hepsi birleşti yerde, 21 farklı delik açtı göğsümde.

Yaz sonuydu gidişin.
Anımsıyorum..
21.08.1986 Cumartesi günüydü.
Mezar taşıma, kıpkırmızı, haykıran rakamlarla; 21.08.1986 yazmışlar.
Oysa ki koskoca baharı silip atmıştı gidişin.
Kış gelmişti.

Herhalde yanlışlık olacak.
Gittiğin gün ölmedim ben.
Onca kış geçirdim.
Üşüdüm..
Titredim..
Kurusun diye ipe asılan biberler gibi sallandım.

Herhalde yanlışlık olacak.

21 kış geçirdim boynumla tavan arasında gergin duran ipte.
Gönderilmemiş mektuplar yazdım.
8inci ayın 21'ine kadar yazdım.
21'inde de yazdım..
Ama yaz sonuydu gidişin.

Ve ben yazdım..

KÖPRÜCÜK

Köprücük

Dün gece son kadehe çarpıp kırmıştı, paramız yoktu, alamadık.
Tirbuşonumuz da yoktu, hep kırılırdı açarken şişenin ağzı, 
eteklerinde süzer de koyardı şarabı kadehe. 
Marketten çaldığımız beyaz leblebiyi de avucuna doldururdu.
Akşam yemeğinde 1 ekmek ile 1 yumurtayı bölüşüp yedik.
Gramofona Taksim Tünel'den ödün(ç)aldığımız Fransız plağını koydu.
Ben koltukta oturmuş boş boş duvara bakarken şişenin kırıldığını duydum.
İçeriye geldi, üstünde bir zamanlar engin dağların doruklarında ki gibi kar beyazı olan, ama şimdi sigara dumanı ve rutubetten sararmış, yer yer şarap lekeleri olan dantelli bir elbise vardı.
Elbisesini yukarıya sıyırıp önce sağ dizini soluma, ardından sol dizini sağıma yerleştirip oturdu.
Şarabı kaldırdı.
-İyi de kadehi kır...
+Şşş.. köprücüklerimden içersin.

Gülümsedim, yeniden sevdim..

MUĞLA GEZİSİ

 MUĞLA GEZİSİ


  Şehir hayatından bunaldığım bir zamanda, liseden iki arkadaşımla Muğla, Marmaris, Ölü Deniz'de kamp yapalım dedik. Arkadaşlarım Söke'de okudukları için bir gece önceden gittiler. Ben ise ertesi gün Balıkesir'den, yanıma çadırımı, birkaç parça giysi ve gerekli eşyalarla, 150 TL para alıp, otostop ile yola çıktım.

  İlk olarak bir kamyon şoförü bir abi durdu ve Menemen yol ayrımına kadar götürebileceğini söyledi. Ben de kabul ettim ve bindim. Abimiz konuşmayı çok seven, Cumhuriyetçi ve MHP'li bir abimizdi.




  Çocukken ninesinin ona kuranın farklı bir şekilde yorumlanması ve okunmasıyla günümüze kadar Türkiye'nin başına gelecek olayları, kişileri anlattığını ve anlattığı şeyleri de başkalarına anlatmasını söylemesi üzerine açıldı. Anlattığı şeyler bana her ne kadar ütopik ve masalsı gelse de her olayı yaşayarak, kimi zaman sinirlenip küfürler ederek, kimi zamansa duygulanıp ağlayarak anlattı.Menemen kavşağına geldiğimizde vedalaşıp indim. 








  İzmir istikametine otostopa devam ederken bir kaç köpek tarafından biraz koşturuldum :D 10 dakika kadar sonra bir çift durdu ve İzmir'in girişine, Manisa kavşağına kadar götürebileceklerini söylediler ve bindim. Çok fazla sohbet etmeyi sevmeyen çiftimiz de gençlik yıllarında otostopu baya kullanmışlar. Manisa Kavşağında vedalaştıktan sonra otobana kadar yürümek zorunda kaldım. 






 Otobana çıktığımda otostopun adabı muaşeretini bilmeyen 3 kişi yüzünden 15 dakika kadar bekledim. Neyse ki yine bir çift durup beni aldı. Baya muhabbet ettikten sonra adamın doğum günü olduğunu öğrendim ve çantamda bulunan bir paket bisküviyi doğum günü hediyesi olarak verdim. :) Otobanın sonuna geldiğimizde vedalaşıp ayrıldık.

  

  Otostopa devam.. 3 dakika bekledikten sonra bir kamyoncu abimiz daha durdu ve Muğla'ya kadar götürebileceğini söylemesi üzerine hemen atladım kamyona. Başlarda biraz sessiz olan abimiz yol ilerledikçe açıldı. Küpeme ve dövmelerime biraz laf söylese de iyi bir muhabbetimiz oldu. Dağ tepe geçtikten sonra ilk defa denizi gördük ve yol kenarında durup bir sigara molası verdik.

  


  Muğla'da vedalaşıp indim. Otostopa devam edeceğim yol üzerinde 2şer kişilik 2 ekip vardı otostop çeken. Onlar da İnterrail Türkiye Otostop sayfasındanmış. Biraz muhabbet ettikten sonra onların gerisine konumlanıp otostopa başladım. Yaklaşık yarım saat sonra İstanbul'dan yola çıkıp, şehir şehir dolaşarak araçları tanıtan bir konvoya denk geldim ve beni aldılar.  Araçlarda 100cc'lik motorsiklet motoru olduğunu ve maksimum 70 km/s yaptığını ancak yokuş aşağı debriyaja basılırsa 90 km/s yaptığını öğrendim ve yol aşırı eğlenceliydi. Beni Ölü Deniz'e kadar bıraktılar.

  






Ölü Deniz'de arkadaşlarımla buluşup çadırımı kurdum. Bizden başka 6 çadır daha vardı. Biraz muhabbet ettikten sonra ateş yakıp konserve barbunyalarımızı ısıttık ve çabuk çorba hazırladık.


  










  Markete gidip bir şişe şarap ve sigara aldıktan sonra kamp kurduğumuz yere dönüp muhabbete başladık. Film ve kitaplardan konuştuğumuz muhabbetler uzadıkça uzadı ve saati 04:30 yaptık. Daha sonra uyuduk ve sabah saat 09:00'da jandarma eşliğinde uyandık. Sahili sezonluk kiraladığını söyleyen bir adam bizden şikayetçi olmuş. İfademiz alınmak üzere Ölü Deniz Jandarma Karakolu'na gittik. Jandarma ile güzel ve sıcak sohbetimiz ardından toplu bir selfie ile anı ölümsüzleştirdik.


  

  Liseden arkadaşım olan Hakan (fotoğrafı çeken en öndeki) ve Yaşar (sağda kırmızı tişörtlü) battaniyelerini Kelebekler Vadisi'nde düşürdükleri için tatillerini bitirip dönmek zorunda kaldılar. Ben ise fotoğrafta Hakan'ın hemen solunda kırmızı gömlekli Burak ile kafalarımız ve frekanslarımızın uyduğunu anlayınca beraber dolaşmaya ve kalmaya karar verdim. 

  Ölü Deniz'den otostop çektiğimiz bir araçla Kayaköy'e gittik. Bisiklet festivali için gelmiş yaklaşık 250 bisikletçiden oluşan gurubun yanına gittik. 












  Biraz dinlendikten sonra Kayaköy'ün tepesinde bulunan tarihi kilise ve gözetleme kulesine tırmandık. Tarihi rum evleri arasından taşlık yoldan geçtikten sonra tepeye ulaştık. Ve bizi harika bir manzara karşıladı.






  Biraz burada oyalandıktan sonra hava kararmadan önce Orhaniye, Kız Kumu'na doğru yola çıktık. Fethiye'nin çıkışında yaklaşık olarak 1 saat 45 dakika kadar otostop çekmemize rağmen kimse durmadı. Bununla ilgili I.T.O.'ya (Interrail Türkiye Otostop) yakarışımızdan 3 dakika sonra bir çift durdu ve bizi aldı. Yol boyunca tanıdığımız en mükemmel insanlardı desem abartmış olmam. 1 senelik evli olan Bahriyeli Mert ve Esma Hoca, ev alışverişi için dolaşmaya çıkmışlar ve bizi görünce de almışlar. Kendileri de I.T.O.'danlar. Birbirleriyle hem eş, hem arkadaş olabilen nadir çiftlerden biriydi ve yol boyunca keyifli muhabbetleriyle bize enerji verdiler. 

  Onlarla vedalaştıktan sonra otostopa devam ettik. 2 dakika beklemeden bir araç durdu ve bizi Orhaniye'ye kadar götürdü. Bizi alan abimizle muhabbetimiz sırasında cenaze taşımacılığı işinde olduğunu öğrendik ve anlattıkları çok ilgimizi çekti. Resmen cenazenin sezonunun olduğunu öğrendik ve çok şaşırdık. 

  Orhaniye'ye geldiğimizde hava kararmak üzereydi. Sahilde bir restoranın önünde biri ateş yakıyordu hemen onun yanına gidip biraz muhabbet ettikten ve gezimizden bahsettikten sonra adının Hakan olduğunu öğrendiğimiz abimize kamp yapabileceğimiz, kimsenin bir şey demeyeceği bir yer olup olmadığını sorduk. Kendisi biraz düşündükten sonra, restoranın hemen arkasında kendi arazisinin olduğunu, etrafının çevrili ve kimsenin bir şey demeyeceğini, girip rahatlıkla çadır kurabileceğimizi söyledi. Kendisine teşekkür edip çadırımızı kurduk ve konserve barbunyalarımızla akşam yemeğimizi yedik.
  Yemekten sonra Hakan abinin restoranının önünde ki şezlonglara oturduk. Kahve içmek istediğimizi ve fiyatını sorduğumuzda; ''size bedava'' cevabını aldık ve bu bizi çok mutlu etti. Kahvelerimizi içtikten sonra hava biraz serinlediği için çay söyledik. Üşüdükçe çay içtik :) Ve çayların parasını ödemek istediğimizi söylediğimizde ve bunda ısrar ettiğimizde bizden yalnızca 2 lira aldılar. 



                                     İncir Restoran - Orhaniye


Güzel bir gecenin ardından sabah Kız Kumu'nu yürümeye karar verdik. 
    Kız Kumu denilen yer; rivayete göre, bir çobana aşık olan kralın kızının, babasının bu olayı öğrenmesi üzerine, kızına çok kızdığı ve onu hapsetmek için askerlerine kızını yakalamalarını emrini vermesi ve kızın askerlerden kaçmak için denize doğru koşmasıyla, bastığı yerin sürekli sığlaşmasıyla oluştuğu anlatılır.

  Saatler 12:30'u gösterdiğinde çadırlarımızı toplamış, Hakan abiyle vedalaşmış, Marmaris'e girmek üzere otostopa başlamıştık. Yaklaşık 20 dakika sonra bir çift durup bizi aldı. Bungalov tarzı bir pansiyonları olduğunu ve bir gün yolumuz düştüğünde misafirleri olabileceğimizi söylediler ve Marmaris'e kadar götürdüler. 

  Planımız Marmaris'i biraz dolaşıp Akyaka'ya geçmekti. Akyaka, Marmaris'e yakın olduğu için Marmaris'te baya oyalandık. Tarihi Marmaris evlerini dolaşırken Hamdi abi ile tanıştık ve yaklaşık 2 saat kadar muhabbet ettik. Bize çay ısmarladı, biraz daha lafladıktan, sosyal medya hesaplarından takipleştikten sonra ayrıldık ve otostopa başladık. 










1 saat boyunca kimse durmadı. Marmaris ve Muğla'nın insanı biraz garip. :)














  Hava kararmak üzereyken bir kamyoncu abimiz bizi aldı. 5 dakika kadar yol aldıktan sonra bir telefon geldi ve geri çağırdılar kamyonu. Bizi yol kenarında indirmek zorunda kaldı. Hava kararmıştı ve soğuk hissedilir derecedeydi. İleride radar olduğunu gördük ve polisle konuşup bizi Akyaka'ya kadar bırakmasını rica ettik ama kabul etmedi. Oysa ki 18 km yolumuz kalmıştı. Orada karanlıkta ve soğukta 2 buçuk saat kadar bekledikten sonra bir emekli PTT memuru durdu ve bizi aldı. Akyaka yol ayrımına kadar bıraktı. 

  Orada aşağıya doğru yürüyecekken yolda bir kız bir erkek olduğunu gördük. Muhabbete başladık. 1 saat kadar muhabbet ettikten sonra, Ankara'dan sezonluk çalışmaya geldiklerini, Akyaka'da iş görüşmesi yaptıklarını ve Marmaris'e döneceklerini öğrendik. Kalacak yerlerinin olmaması üzerine bizimle kamp yapmalarını teklif ettik. Olur mu? Olmaz mı? derken kabul ettiler. Azmak Nehri'nin kenarına, Ottoman Hotel'in 50 metre sağına çadırımızı kurduk. Ateşimizi yakıp konserve yemeklerimizle karnımızı doyurduktan sonra muhabbetlere başladık. Din, kitap, film derken saati 04:10 yaptık. 

  Kamp kurduğumuz yeri bilmediğim ve sadece karanlıkta gördüğüm için biraz tedirgindim. Her ne kadar tedirgin de olsam gece boyunca Alaycı kuşların ötüşü insana huzur veriyordu. Ama rahat uyudum. Sabah uyandığımda ise öyle bir doğa harikasıyla karşılaştım ki anlatamam. Fotoğraflarda da gördüğünüz üzere akvaryum gibi temiz ve içinde bitkilerin yaşadığı Azmak Nehri tam bir doğa harikasıydı.





  Sabah kahvaltısında yerel halktan istediğimiz domates, peynir, yumurta, salatalık vs ile yaptıktan sonra Akyaka evlerinin arasından merkeze doğru yol aldık. Akyaka'da evlerin 2 kattan daha fazla katlı olması yasakmış ve evlerin hepsi cumbalı olmak, mimariyi bozmamak zorunda olduğunu öğrendikten sonra ayrı bir sevdim Akyaka'yı.


Burak, Ottoman Hotel'de iş bulup orada kaldı ben ise ertesi günü dil kursum olduğu için Balıkesir'e doğru dönüş yolculuğuna başlamak üzere onlardan ayrıldım.

Akyaka'dan otostopa daha yeni başlamışken ikinci araç durdu ve genç bir çift beni Muğla-İzmir yol ayrımına kadar götürdüler. Hatta yolda muhabbet ederken kızın da Balıkesir'li olduğunu öğrendim.
Muğla-İzmir ayrımında onlardan ayrıldıktan sonra İzmir istikametine doğru otostopa başladım. Orada otostop için gelen ve Aydın'a giden bir çocukla beraber, İzmir'den Muğla'ya ekmek taşıyan bir abimiz aldı bizi. Baya muhabbet ettikten sonra uykum geldiği için izin isteyip biraz kestirdim. Beni uyandırdığında İzmir'e gelmiştik ve beni Manisa kavşağında indirdi. 

  Oradan otostopa devam ettim. 10 dakika beklemeden Antalya'dan kamptan gelen ve Bursa da zemin kaplama işi ile uğraşan Yüksel abi durdu ve beni aldı. Arabaya bindiğimde Chopin - Spring Waltz çalıyordu ve yol boyunca klasik müzik ve opera dinleyerek, kamp maceralarımızdan bahsederek Balıkesir'e kadar geldik. Beni merkezi bir yerde indirdikten sonra yoluna devam etti...

  Bu benim ilk yalnız olarak uzun yol deneyimimdi ve harikaydı. Muğla'dan dönüşümün hemen ertesi günü ilk iş olarak oraların doğası, temiz havası ve güzelliğinden sonra şehrin kalabalığı ve kargaşasına girince, yeni bir tatil planlamam gerektiğine karar verdim ve Ayvalık Kampını planladım. Ayvalık Kampı ile ilgili yazımı da önümüzde ki günlerde sizlerle paylaşacağım. 

                     
Kısa Anadolu

                Sevgi ve esenlikle kalınız.
Yol açık, yola çık.. :)



Instagram: kisa_anadolu
  Tumblr: kirmizikisaanadolu
  Geocaching: kisa_anadolu

Kimdir Bu KISA ANADOLU

  


   Öncelikle herkese merhaba. Bu benim ilk blog yazımdır. Keyifli okumalar.


   KİMDİR BU KISA ANADOLU?

   Bir çok kişi, Anadolu'nun her yerinin rahatlıkla gezilebileceği kadar küçük olduğunu vurgulamak isteyen bir gezginin kendine bu ismi koyduğunu düşünmektedir. Yaklaşım gerçekten güzel olsa da aslı böyle değildir.

  Peki ya nedir bu KISA ANADOLU?
  Kısa Anadolu aslına bakarsanız bir sigara markasıdır. Peki bir sigara markasının, bir kişinin tüm sosyal mecralarda kullanıcı adı olmasının hikayesi nedir diyeceksiniz. Haklısınız da. Öyleyse biraz geçmişe dönmekte fayda var.

   Liseye başladığım sene (2008) arkadaşlarla takıldığımız, vakit geçirdiğimiz bir parkın içinde üç tarafı servi ağaçlarıyla çevrilmiş bir trafo vardı. Kızlı erkekli sekiz arkadaş bu trafo ile servi ağaçları arasında vakit geçiriyorduk. Çünkü çoğumuzun evi parka yakın ve sigara içtiğimizi ailelerimizin bilmemesi gerekiyordu. Bir gün Alperen Ö. isimli arkadaşımla trafoda otururken aniden babası parka geldi. Alperen de elinde ki sigarayı bana bırakıp babasının yanına gitti. Sigara elimde oturuyorum, (tabi o zaman daha sigara içmiyordum) dedim bi' deneyeyim şunu. İlk içime çekemediğim için bir şey anlayamadım, daha sonra yanlışlıkla içime çektim ve göz yaşları ve öksürük ile fırlatıp attım :) Ama içimde de bir şey beni ona itmeye başladı. Ve bu şekilde sigaraya başlamış oldum. Tabi ben başladığımda Kısa Anadolu 2.25krş idi. Şu an 7TL

  Hala görüştüğüm bir çok güzel insanları;
+ Fazla sigaran var mı? 
- Anadolu var içer misin?
+Ooo Anadolu içilmez mi tam hippie, öğrenci sigarası. :D
-Kesinlikle... 
  bu sigara sayesinde tanıdım.

  Ve ucuz olmasının yanında kaliteli de tütün kullandığı için tercih ediyordum. Lisede, okula herkes sigara götüremezdi. Bizler diploma notu ile değil de sınavla girdiğimiz için liseye daha bir ayrıcalık, daha bir görmemezlikten geliniyorduk. Bu da bir çok konuda bize avantaj sağlıyordu. Bunlardan biri de okulda ki aramalardan haberimiz olması gibi.. Okul çıkışlarında otobüs duraklarında birinin elinde Kısa Anadolu varsa, direk bana gelip Kısa Anadolu bi' dal ateşlesene derlerdi. Bu şekilde Kısa Anadolu'nun bende bir lakap olmaya başladığını görünce gerek sosyal medya gerek ise online oyunlarda Counter Strike, Call Of Duty vs kisa_anadolu yapmaya başladım.

  Ve sigaraya başlayalı sekiz sene oldu. Bu güne kadar Kısa Anadolu'dan bir kaç aylık aralar haricinde vazgeçmedim. Bu bir kaç aylık aralar da, tütünün ara ara farklı üreticiden alınması durumunda ki tat farkından kaynaklanıyor.

  Instagram: kisa_anadolu
  Tumblr: kirmizikisaanadolu
  Geocaching: kisa_anadolu